8 Ekim 2010 Cuma

ÇEVRE-ÖRGÜT İLİŞKİSİNİ ANLAMADA YENİ BİR YAKLAŞIM: YAPISALCILIK

Son yıllarda sosyal ve doğa bilimlerinin farklı alanlarında kullanılan çok sayıda yaklaşım, yönetim düşünürleri tarafından, örgütleri anlamada da yardımcı olabileceğinden hareketle, işletmecilikte kullanılmaya başlanmıştır. Bu yaklaşımlardan bir tanesi de felsefe kökenli olan “yapısalcılık”tır.

Yapısalcılık en temel anlamı ile; “İnceleme konusu olarak yapıyı ele almak gerektiğini ileri süren çeşitli bilim dallarındaki ortak görüşün adı” ya da “Yapısal incelemelere yönelen ve dilbilim dışında kalan insan bilimlerinde de önemli bir yer tutan akıma verilen ad” olarak tanımlanmaktadır.

Yapısalcılığın doğal olarak en temel öğesi ise yapıdır. Yapı “öğelerin somut bağımlılığı olan bütün...” Yapısalcılığın bütünle ve bütünlükle bağlantılı olması bu çalışmada icat edilmiş bir gerçeklik değildir. Yapısalcılık nasıl yapıların incelenmesine yönelik bir çalışma olarak bilim dalları arasında gerek, bir yöntem, gerek felsefi bir bakış açısı gerekse bir kavram olarak yerini aldıysa; “bütün” de yapının açıklanmasında “parça ile bütünün” çok eski geçmişlerden beri süregelen ilişkisel çekişmesinin yeni bir halkasının açıklanmasında klasik yerini korumuştur. Öyle ya; “yapı” yekpare bir olgudan, belki, oluşabilse dahi, “bütün” anlamı itibariyle yekpareliği reddeden bir görünüm sergilerken, çeşitli bilim dallarına yansıtıldığında herhangi bir yekparelik anlamı taşıyamayacak olan “yapı” terimine, bu gibi bilim dallarında “eş anlamlılık” ya da “eş-terimlilik” görevi ifa eder. Yani esas ilgi alanımız olarak kabul edilebilecek sosyal bilimlerde ister bütünün parçaların toplamına denk düşen bir şey olduğu kabul edilsin isterse parçaların toplamının bütünden farklı bir şey olduğu; sonuçta her iki durumda da bütün ve bütünü oluşturan parçalar söz konusudur.

Bu eski tartışmanın düğüm noktası da tam olarak burasıdır: Parçalar ve bütün arasındaki ilişki. Bütünü oluşturan parçalar ayrıştırılabilir mi? Ayrıştırılamaz mı? Bütün, parçaların salt toplamı mıdır? Yoksa siyah rengin oluşumunda olduğu gibi, yani 7 gökkuşağı renginin bir araya getirilmesi sonucu bu renklerden oluşan ama sonuçta kendini oluşturan renklerin hiçbirine benzemeyen bir rengin ortaya çıkmasında olduğu gibi, bütün, parçaların toplamından çok daha farklı bir şey midir?

İşte yapı, yapısalcılar için, parçaların toplamıyla oluşan ama parçaların toplamından çok daha farklı bir görünüm arz eden bir bütündür ve esas olarak incelenmesi gerekendir. Buna bağlı olarak daha açıkça anlatılması gerekirse; sosyal bilimlerde yapılar kesinlikle bir takım unsurları kapsarlar. Yani bir yapı bir takım parçaların birleşmesinden oluşmaktadır. Bu birleşim ise bahsi geçen unsurların yan yana gelmesinden farklı bir şeydir. Bir bütünü ya da yapıyı oluşturan unsurlar birbirine ayrıştırılamayacak biçimde kenetlenmiştir ve esas olarak yapıyı oluşturan, parçaların toplamı değil; bu parçaların kenetlenerek oluşturduğu bütünlüğüdür.

Peki o zaman “bütün” ne anlama gelmektedir?

Bütün kelimesi tek başına sadece bir sıfat özelliği taşımaktadır. Eğer tek başına bir isim olarak düşünülürse eksik kalır. Keza “bütün” kelimesi kendi başına yazılı olarak belirtilmese bile bir takım alt unsurların (parça, organ, kelime...) birleşmesinden oluşan bir şey olduğu anlamını taşır. Daha doğrusu zihinde böyle bir gerçeklik oluşturur. Münferit bir elektron parçacığı elimizdeki teknik bulgulara göre bir şeyin “bütünü” değildir. Daha doğrusu böyle bir parçacık bir bütün olarak adlandırılmaz; çünkü bütün olarak kabul edilebilecek alt unsurları yoktur. Bütün -eğer sıfat haliyle kullanılmıyorsa- kesinlikle bir şeylerin bütündür.

Diğer yandan bütün, yine anlamı itibariyle, parçalar ihtiva ettiği halde, genelde, parçaların ayrışamadığı bir olguyu daha doğrusu bir şeylerin ayrılmaz bütünlüğünü vurguluyordur. Bütünlük, genellikle, parçalanmazlık/parçalanamazlık anlamı taşır. Bu anlamı taşır demekten çok özellikle tersine bir açıklama yapılmazsa bu manaya çekilir demek daha doğru olacaktır. Öyleyse “bütün”, parça olarak adlandırılamayacak parçalardan oluşan bir olgudur. İşte bu noktada belki de işletmecilik açısından oldukça farklı bir bakış açısı elde edilmiş oldu.

Bilindiği üzere sistem yaklaşımı, kendi çevresel üst sisteminden tanımlanabilir sınırlarla ayrılmış ve iki yada daha çok birbirinden bağımsız, bölüm, parça, birim yada alt sistemlerden oluşan bir bütünü ya da birbiriyle ilişkili birçok parçanın bir araya gelmesi sonucu oluşan bir yapıyı ifade etmektedir. Parçaların kendilerine özgü işleyişleri olmasına karşın, birbirleri ile ortak bir amaca yönelik olarak uyumlu ve bağlantılı bir şekilde çalışmaktadırlar. Burada sistem yaklaşımı daha çok analitik bir durumu ifade etmektedir. Oysa yapısalcılık kavramları ya da olguları yine bir sistem içerisinde ele almasına karşın, sistem yaklaşımından farklı olarak parçanın bütün içinde değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bunu da yapısalcılık konusundaki çalışmalarıyla bilinen sosyolog Ferdinand de Saussure şu şekilde açıklamaktadır:

“Kelimelerin, sözlerin kendi başlarına bir anlam taşımayacaklarını, bunlara esas anlamlarını içinde bulundukları lisanın atfettiği farklılaştırıcı özelliklerin verdiğini anlatmaya çalışmaktadır. Bu klasik çekişmenin dilbilimindeki yansıması olup; analitikçilere atılan gol olarak değerlendirilebilir. Yani bütünün (lisan), parçaları (sözler, konuşmalar) belirlediği ve tek başlarına parçaların bir anlam taşımadıklarını ve esas anlamlarını lisan bütünlüğü içinde bulduklarını ifade etmeye çalışmaktadır.

Yapısalcılık da tam olarak bunu demeye çalışmaktadır: Bütün kendini oluşturan parçaların toplamından başka bir şeydir. Dahası bütün kendini oluşturan parçaların özelliklerini de belirleyen bir olgudur ki bu parçalar başka bir bütünün içerisinde denendiğinde aynı özellikleri vermezler. İngilizce’deki cornerstone bir anlam taşır ama Türkçe’deki köşetaşı bir anlam taşımaz; hele İngilizce’deki anlamına asla ulaşmaz. Bu kelime bileşimine spesifik anlamını veren İngilizce lisanıdır. Yani parçaya anlam kazandıran özellikler, parçanın içinde bulunduğu bütün tarafından verilmiştir. Bütün, yani lisan, parçalar gibi değişebilir değildir. Parçalar yani sözler ve konuşmalar, kişisel kullanımlarına göre bütünden yani lisandan aldıkları özellikler ile farklı anlamlar taşıyabilmelerine karşın; bütün değişmez bir yapıdır. Bu yapısalcılığın en çok tartışılan boyutudur ve bütün yapısalcılar, bütünün değişmez bir yapı olduğu fikrinde değildir. Yine de değişimin daha sınırlı ve yavaş bir gelişim biçiminde olacağı kuşkusuz kuramın kurguladığı biçimin tartışılmaz bir sonucudur”.

Görüldüğü gibi yapısalcılık ya da yapısalcı yaklaşım, sistem yaklaşımının analitik bakış açısından farklı olarak, olguların bir birinden ayrılamaz parçaların oluşturduğu bütünler olduğunu iddia eder. Buna göre parçalar yapıdan farklı olarak incelenemezler. İncelenebilecek her konu, içinde bulunduğu bütün -ki bu bütünün adı yapıdır- ile olan bağlantıları ile incelenmelidir. Çünkü her şey bir yapının parçasıdır ve bu parça yapıdan bağımsız olarak düşünülemez ve incelenemez; keza başka bir yapıyla birleştirilmesi veya birleştirildiği takdirde daha önce gösterdiği özellikleri aynı şekilde kalmayacaktır.

Yapısalcılara göre bir şeyin kendi öz varlığı değil, sistem içindeki işlevi önemlidir. Hiçbir öğe tek başına anlamlı değildir; her öğe başka bir öğeden ne şekilde farklılaşıyorsa, ancak o şekilde işlev ve önem kazanır. Sistem içindeki bağlantılar, dış gerçeklikten bağımsızdır ve bizler ancak iki şey arasındaki farklılığı görünce onları ayrıştırabiliriz. Anlamı taşıyan farklılıklardır (örneğin bot-kot, taş-baş vb...). Dil kendi başına bir bütün oluşturan bir yapıdır. Bu yapının öğeleri de herhangi bir metin ya da söylem içindeki dağılım ve karşıtlıklarıyla değer kazanırlar.

Yapısalcılık bir kuramdan öte bir “yöntemdir” ve pek çok alanda kullanılmıştır. Sosyal bilimlerin de inceleme nesnesi, dilde de olduğu gibi, bir göstergeler sistemi olduğundan, bu yöntemle dil dışında diğer sosyal bilimler de incelenmiştir:

Locan Psikanalize
Foucault Tarihe
Derrida Edebiyata
Claude Levi Strausse Antropolojiye uyarlıyor.

Yapısalcılığın sadece bir kuram mı; yoksa aynı zamanda da bir yöntem mi olduğu çokça tartışılmaktadır. Kimilerine göre yapısalcılık bir yöntemdir; çünkü;

1) Diğer sosyal bilimlere de uygulanabilir
2) Bir nesneyi ele alır ve onu inceler
3) Uygulamaya yöneliktir

Yapısalcılığın yöntem mi yoksa kuram mı ya da felsefe mi olduğu bir kenarda dursun. Kesinlikle bütünlüğü oluşturan parçaların işlevleri olduğu ve bu parçaların bir sistem dahilinde çalıştıkları vurgulanması gereken en önemli hususlardan biridir. Dikkat edilirse, yapısalcılık, ayrılmaz bir bütünlüğü oluşturan parçalar ve bu parçaların birbirinden bağımsız düşünülemeyen özelliklerinden hareket etmektedir. Doğal olarak bu şekilde, yani teorik bir biçimde anlatıldığında çok fazla şey ifade etmeyen parça ve bütün ikilemi, bazı somut örneklerle bir araya getirildiğinde daha fazla anlam ifade etmeye başlamaktadır.

Özet olarak, yapısalcılık gerek imalat gerekse hizmet işletmeleri olsun örgütleri anlamada sistem yaklaşımına paralel, fakat bazı açılardan farklı olmak kaydıyla bazı öneriler sunabilmektedir. Yapısalcılık felsefi bir yaklaşım ya da yöntem olarak, önemli olanın parçanın bütün içerisindeki durumunun olduğunu ileri sürer ve bu açıdan analitik düşünce ile karşıt bir görüş ortaya atmaktadır. Ayrıca bir sistem dahilindeki parçaların etkisinin belirlenmesinin ancak parçanın o sistem içerisinde bulunması ile gerçekleşebileceğini ileri sürmekte ve parça-bütün ilişkisini son derece önemli olduğunu ifade etmektedir. Özellikle örgüt-çevre etkileşimi ve sistem-alt sistem anlayışının örgütlerin amaçlarını gerçekleştirmekte yararları göz önüne alındığında; yapısalcı anlayışında sistem yaklaşımına paralel olarak örgütleri anlamamızda yararlı olacaktır.

KAYNAKLAR

Alan Swingewood Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 1998

Ana Britannica, Cilt: 22, Ana Yayıncılık Aş. İstanbul, 1990-92

Barlas Tolan, Toplum Bilimine Giriş, Kalite Matbaası, Ankara, 1975

Baykan Sezer, Sosyolojinin Ana Başlıkları, Sümer Yayınları, İstanbul, 1982

Ergun Özbudun, Ersin Kalaycıoğlu, Levent Köker Türkiye’de Demokratik Siyasal Kültür, Türk Demokrasi Vakfı, Ankara, 1995

Göksel Ataman, İşletme Yönetimi (Temel Kavramlar & Yeni yaklaşımlar), Türkmen Kitabevi, İstanbul, 2001

İlhan Erdoğan, İşletmelerde Davranış, Düşünce Basım ve Yayın Hizmetleri, İstanbul, 1997

Jean Piaget, Yapısalcılık, (Çev: Füsun Akatlı), Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, Temmuz 1982

Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1989

Philip Pettit, The Concept Of Structuralism: A Critical Analysis, University of California Press, Berkeley & Los Angeles, 1977

Richard M. Hodgetts, Yönetim (Teori, Süreç ve Uygulama), (Çev: Canan Çetin ve Esin Can Mutlu), 2. B., Beta Yayınları, İstanbul, 1999, s. 629

Stephen M. Shortell, Arnold D. Kluzny, Essantials of Health Care Management, Delmar Publishers, 1. B., USA, 1997, s. 17

1 yorum:

phi dedi ki...

emre bey,
ilk kez felsefi bir yaklaşımın örgüt işleyişini anlamakta kullanıldığını tesadüfen gördüm ve okudum. ben felsefeciyim. çok güzel bir çalışma, daha da genişletirseniz faydası artacaktır. iyi günler