18 Kasım 2008 Salı

SENDİKAL HAKLAR

1. SERBEST PAZAR EKONOMİSİ

Serbest Pazar ekonomisi özellikle kapitalist düşünce ile ortaya çıkmış, ardından liberalizm ve son yıllardaki neo-liberal politikalarla uygulanılmaya devam edilmiştir. Bu bağlamda serbest Pazar ekonomisini savunan ve akımın ortaya çıkmasında çok önemli yere sahip olan Adam Smith ve John Maynard Keynes’in düşüncelerine konu açıklamalarında yer verilmesi uygun olacaktır.

Keynes’e göre liberal ekonominin ana amacı, bireyin kar için çalışmasıdır. Devlet piyasaya ancak kısmen vergileme, faiz oranı belirleme ve tüketim eğilimi üzerinde rehberlik ederek etkide bulunabilir. Bunun dışında piyasa herhangi bir müdahalesi yoktur ve ayrıca devletin üretim araçlarına sahip olmak gibi bir kaygısı olmamalıdır. Böylece pazarda devletin etkinliği en aza indirgenmiş olur.[1] Dolayısıyla serbest pazarda devletin ekonomik müdahalesi yoktur, yalnızca rehberlik edebilecek uygulamalar yapabilmektedir.

Tabi serbest piyasa anlayışı liberal ekonominin savunduğu modeller arasında yer almaktadır. 18. yüzyılın sonunda “bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler” anlayışı ile merkantalizme tepki olarak Fransa ve İngiltere’de ortaya çıkan liberalizm bir ölçüde yeni doğan sanayi kapitalizminin sözcülüğünü yapmıştır.[2]

Bu açıdan serbest pazar ekonomisi, kapitalist sistemin son zamanlarda ortaya koyduğu, bir ekonomik modeldir demek pekte yanlış olmayacaktır. Serbest Pazar ekonomisinde, üretimin ayakta durabilmesi için, rekabet gücünün olması, serbest rekabet ortamında bol, kaliteli ve ucuz üretim yapması gerekmektedir. Serbest pazar ekonomisinin, ahlaki temelinde, sömürü, vurgun ve haksız kazanç yoktur. Aslında hiçbir ekonomik sistemde bu yoktur. Bu modelde hizmetin karşılığını almak anlayışı vardır. Bu anlayış, bazı düşünürlere göre çağdaşlaşmak için, olmazsa olmaz kuralıdır. Demokratik ve çağdaş toplumlarda, halkın bilinç düzeyinin yüksek oluşu, gerekli denetim kurumlarının gelişmiş olması, halkın yönetimi etkileme gücünün etkin oluşu v.s. gibi faktörler, serbest pazar ekonomisini yönlendiren güçleri, bu modeli etkin kılabilmektedir. Ancak tabi ki uygulamada büsbütün bunlar gerçekleşmemektedir. Serbest pazarda, piyasanın kendi kendini denetlemesi ve devletin üretime müdahale etmemek koşulu ile sosyal sorunlara yol açabilecek uygulamaları engelleme hakkı vardır. Serbest pazar ekonomisinde amaç, sadece para kazanmak değil, aynı zamanda halkın refah düzeyini yükseltmektir. Bu model, herkesin istediği gibi at oynattığı bir curcuna meydanı değildir. Bu modelin amacına uygun olarak uygulanabilmesi ve bir sömürü aracına dönüşmesini önlemek için, toplumsal yapıda demokratikleşme sürecinin büyük ölçüde tamamlanması gerekmektedir. Tüketicilerin piyasa denetimini etkileyecek düzeyde örgütlenmiş olmaları koşulu vardır.[3]

Ülkemiz ise 1980'lerde liberal ve serbest pazar ekonomisi dönemine girmiştir. 2000’li yıllarda ise liberal ve serbest pazar ekonomisi ülke politikaları ve hükümetler tarafından tek alternatif olarak görülmektedir.[4]

2. SERBEST PAZAR EKONOMİSİNİN BAZI AKSAYAN YÖNLERİ ve AHLAK İLKELERİ AÇISINDAN DEĞERLENDİRME

Serbest Pazar ekonomisinin koşullarına göre kurulan işletmeler, kişisel çıkarlar ve en çok kar sağlayan amaç için birbirleriyle rekabet etmekte ve bu rekabetten güçlüler başarı ile çıkmakta, zayıflar ise yok olup gitmektedir. Kaynaklarını iyi yöneten, fizibilitesini iyi yapmış, müşteri odaklı vb. olan işletmeler pazarlarını genişletebilmekte, zayıflar ise üretimden ve pazardan çekilmektedirler. Rekabet sonucunda ekonomik bir yığışım ortaya çıkmakta ve dolayısıyla küçükler yok olup yerine ölçek ekonomisinin de avantajını kullanan büyük işletmeler almaktadır. Daha sonrasında geriye kalan bu büyük işletmeler ise pazara tüketilenden fazla mal sürerek bazı ekonomik bunalımlara sebep oluyor ve karlar en aza düşene kadar rekabet ediyorlardı. Bunun sonucunda ise hiçbiri için herhangi bir yarar oluşmamaktadır. Bunun sonucunda ise işletmeler tröst ve kartel oluşturmaktadırlar bu da tüketicinin aleyhine olmaktadır. Böylece serbest piyasanın ana varsayımlarından biri olan piyasanın uyum ve denge hali tüketicinin aleyhine işler bir durum kazanmaktadır.

Serbest piyasa ekonomisi ile ortaya çıkmış olan kapitalist ve işçi sınıfı arasındaki bölüşüme ilişkin yaşanan sorun ise aksayan bir başka yöndür. Bölüşüm güçlü olan yani kapitalist sınıfın lehine işlerken zayıf olan ve tek tek mücadele vermeye çalışan işçi sınıfının aleyhine olmaktadır. Zaten bunun neticesinde örgütlenen işçiler sendikaların kurulmasına neden olmuşlardır.[5]

Bunlara ek olarak serbest Pazar ekonomisinin fikir babası sayılabilecek John Locke’e göre düzenlenmemiş Pazar yani müdahale edilmeyen pazarda kesin suretle doğal haklar bulunmaktadır. Özgür olma ve özel mülkiyet edinme bu hakların başlıcalarıdır.[6] Bu açıklamalar ve haklar bağlamında serbest Pazar değerlendirildiğinde ilk akla gelen soru kişi ne derecede özgürdür sorusudur. Çünkü bu açıklamaya göre kişinin eğer bir hakkı varsa başkaları tarafından engellenmemesi gerekir, dolayısıyla seçimlerinde özgür olabilmesi söz konusudur.

John Locke’un düşüncelerinin savunucuları genel olarak özgürlük ve mülk edinebilmenin diğer haklardan daha öncelikli olduğunu ifade etmektedir. Oysa kişisel tercihler yani kişilerin haklar konusundaki sıralamaları kendilerine aittir, buna müdahale doğru olmamaktadır. Ayrıca serbest Pazar haksız eşitsizlikte yaratmaktadır.[7]

Serbest piyasanın kişileri özgürleştirdiğine ilişkin düşünceye bir başka eleştiride kişinin ürettiği kadar tüketeceğine ilişkin varsayımdır. Kişi daha çok tüketmek istiyorsa daha fazla üretmek zorundadır ancak doğuştan getirilmiş olan mülkiyet vb. haklar kişilerin daha baştan yarışa farklı noktalardan başlamalarına neden olmaktadır. Ayrıca bireylerin yetenekleri de doğuştan farklılıklara neden olabilmektedir. Bu durum serbest pazarın herkese eşit haklar tanımayacağı anlamına gelmektedir.[8]

Diğer bir ahlak ilkesi olan fayda açısından serbest Pazar ekonomisi değerlendirildiğinde tüm toplumlarda ve ekonomik sistemlerde fayda ya da üretime katkıda bulunmak ahlaklı bir durum sayılmaktadır. Serbest Pazar ekonomisinde Adam Smith’in ifadesiyle kişinin kendi çıkarını gözetirken, başka bir şey yapmasına gerek kalmadan, toplum çıkarını da gözettiği meşhur görünmez el varsayımı kişisel çıkar peşinde koşmayı makul bir çerçevede değerlendirmektedir. Zira bu kişisel çıkar aynı zamanda toplumunda yararına şeklinde düşünülmektedir. Ancak kişinin gayri meşru yollardan kendine çıkar elde etmesi bu düşüncenin her durumda geçerli olmadığını ortaya koymaktadır.[9] Konu içerisinde sendikal açıdan da kişilerin (burada işverenler) kendi çıkarlarını gözetmek için toplum çıkarlarına ilişkin ne gibi durumlar meydana getirmekte olduklarına değinilecektir.

Tabi Serbest piyasa ahlakın bir diğer ilkesi olan adalet yani üretilenin adil bir şekilde bölüşümünde de bazı sorunların ortaya çıktığına ilişkin değerlendirmelere farklı bir açıdan bakmıştır. Serbest piyasada daha önce bahsedildiği üzere kişiler yetenek ve sahip oldukları faktörlerin dağılımı açısından daha başlangıçta farklı bir noktadan başlamaktadır.[10] Örneğin mülkiyet hakkını bir özgürlük olarak sayan bu sistemde fazlasıyla mülk edinen birinin kendi soyundan olan kişilere bu mülkü devretmesi dolayısıyla henüz daha üretim yapmadan fazlasıyla bu kişilerin tüketim hakkına sahip olması serbest piyasanın ahlak ilkelerinden adalet anlayışıyla çeliştiği söylenebilir.

Bir başka ahlak ilkesi ise koruma ve himayedir. Serbest piyasa anlayışında kişinin bireysel çıkar elde etmesi meşru sayılmaktadır ve bu çıkarı elde için gerçekleştirdiği faaliyetlere çokta bakılmamaktadır. Eğer kişi çıkarı için (diyelim ki bir işveren ve üretim yapıyor) çalışanları, doğal dengeyi hiçe sayıyor ise dolaylı yoldan gelecekte doğacak insanların yaşam standardına ilişkin (çevre kirliliği ile) bazı olumsuz durumlar meydana getiriyordur. Bu anlamda serbest Pazar anlayışında koruma ve himayenin tamamıyla hiçe sayıldığı söylenebilir.

Serbest Pazar ekonomisine daha iktisadi bir yaklaşımda ise piyasada alıcı ve satıcıların tümüyle özgür olduğu, birey isteklerinin meşruluğunun sorgulanmaması, bireyin rasyonel olduğu, karar birimlerinin tam bilgiye sahip olduğu, daima çok olanın aza tercih edildiği, mübadelede son kararı alıcının verdiği, alıcı ve satıcı arasındaki hakemin fiyat olduğu, alıcının tercihlerini kısıtlayan herşeyin kötü, genişletenin iyi olduğu, rekabetin çeşitliliği ve kaliteyi arttırdığı ve fiyatı düşürdüğü için iyi olduğu, dışsallığın olmadığı gibi varsayımlar mevcuttur. Ancak bunların hepsine ilişkin oldukça geniş eleştiriler yapılabilmektedir.[11]

3. ÇALIŞANLARIN SENDİKALAŞMA HAKLARI

İrade özerkliğine dayanan “bireysel sosyal hak” olarak sendikal hak (özgürlük), işçi ve işverenlerin önceden izin almaksızın sendika kurma, bunlara özgürce üye olma ve üyelikten ayrılma ya da hiçbir sendikaya üye olmama hakkına sahip olmalarıdır. Ayrıca sendikal haklar sendikaların varlıklarını ve faaliyetlerini de korumakta ve güvence altına almaktadır.

Bireysel temel hak olarak sendika hakkı, olumlu (pozitif) sendika hakkı ve olumsuz (negatif) sendika hakkı olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Olumlu sendika hakkı bireye diğer bireylerle birlikte özgürce sendika kurmak, bir sendikaya üye olmak, üye olacağı sendikayı seçmek ve bu sendikalar içinde serbestçe faaliyet gösterme hakkını verir. Bunun sonucunda birey, üyesi olduğu sendikadan ayrılmaya zorlanamayacağı gibi, işçinin işe alınması da sendikaya üye olma şartına bağlı tutulamamaktadır (Anayasa madde 51/4.6). Olumsuz sendika hakkı ise, bireyin sendikalara girmeme veya girmiş olduğu sendikadan ayrılma hakkı olarak tanımlanabilmektedir. Buna göre işgören ya da işveren sendikaya üye olmaya veya olmamaya zorlanamaz. İşçinin işe alınması sendikaya üye olma şartına bağlı tutulamaz (Anayasa madde 51/4.6).[12]

Günümüzde 3 temel hakkın, yani sendika, toplu sözleşme ve grev haklarının işçiler için bir örgütlenme hakkı olduğu, bu haklar olmaksızın sendikaların etkin faaliyet gösteremeyeceği bilinmektedir. Sendikal haklar, dernek kurma ve üyeliği haklarının bir devamı olarak nitelendirilebilmektedir.Ancak ikisi arasında işlevsel açıdan farklılık bulunmaktadır.[13]

Sendika hakkı, bir başka açıdan çalışan kişiler açısından sendika hakkının olabilmesi için gerekli ilkelerin tümünü ifade etmektedir. Ancak bu ilkelerin varlığında çalışanlar sendika hakkından yararlanıyor denebilir. Bu ilkeler;

· Ayrım gözetmeme ilkesi: Çalışanların ve işverenlerin, herhangi bir ayırım yapılmaksızın, örgütlenme hakkına sahip olmalarıdır.
· Önceden izin almama ilkesi: 87 no’lu sözleşmenin 2. maddesine göre (UÇÖ’nün) işçiler ve işverenler “önceden izin almaksızın” sendika kurma hakkına sahiptirler.
· İşçilerin ve işverenlerin kendi seçtikleri örgütleri kurma ve üye olma hakkı: İşçiler ve işverenler kendi seçtikleri örgütleri kurabilmeli ve istediklerine üye olabilmelidirler.[14]

4. SERBEST PAZAR EKONOMİSİNDE ÇALIŞANLARIN SENDİKALAŞMA HAKLARI KONUSUNDA TEMEL SORUNLAR

Serbest piyasa yaklaşımı sendikal anlayış ve emek piyasası açısından bazı olumsuz durumları da beraberinde getirmiştir. Serbest piyasa anlayışının son yıllardaki küreselleşme olgusu ile birlikte değerlendirilmesi sonucunda emek piyasasında serbestliği bozan toplum kurumlarının başında sendikalar ve fiyat sistemine bu neden devletin müdahalesi, sosyal devlet yoluyla emek piyasasına (asgari ücret kanunları, yüksek ve uzun süreli işsizlik tazminatları vb. yollardan) esnekliğin önlenmesi gelmektedir. Bu anlayışa göre, emek piyasası serbestleşmelidir ki, reel ücret haddi denge ücretini yansıtsın, böylece işsizlik ortadan kalksın. Ayrıca burada sendikalar birer tekelci kurum olarak ifade edilmektedir. Çalışan piyasasına sürekli müdahale ederek ücretlerin yükselmesine neden olmakla suçlanmakta ve dolaylı yoldan işsizliğe neden olmaktadır. Şöyle ki piyasanın verdiği ücretle çalışmayı kabul edecek birçok çalışan varken (emek arzının yüksek talebinin düşük olması nedeniyle) sendikalardan dolayı çalışanlar bu ücreti kabul etmemekte ve piyasasının dengesinin bozulmasına ve işsizliğin artmasına neden olmaktadırlar. İşte bu anlayış serbest Pazar ekonomisinde çalışanların sendikalaşmasına olumsuz bakılmasına neden olmaya ve bazı sorunların ortaya çıkmasına neden oluyor denebilmektedir. Ayrıca bilindiği üzere Keynes üreticinin en çok kar ve kazanç sağlamak amacıyla hareket etmektedir.[15]Bu durumda günümüzde en önemli üretim maliyetini oluşturan çalışan maliyetlerini düşürmek amacıyla işverenlerin bazı yollara başvuracakları ve doğal bir sonuç olarak sendikalara sıcak bakmayacaklarını akla getirebilmektedir.

Ayrıca liberal ekonomi ya da başka bir ifadeyle serbest piyasa ekonomisinin bir sonucu olarak iki ayrı sınıf olan kapitalist ve emekçi sınıf ortaya çıkmıştır. Bu iki sınıf arasında ise çıkar savaşları, sınıf kavgaları ve siyasal iktidarı ele geçirme gibi sorunlar meydana gelmiştir. Kapitalist sınıfın bu ekonomik yapı içinde en fazla kârı elde etmek içinse emeği sömürmeye çalışması çalışanları örgütlenme zorunda bırakmıştır[16].

Serbest Pazar ekonomisinde işletmeler rekabet edebilmek amacıyla da emeği sömürme yoluna gitmişler, bunun sonucunda ücretler ve çalışma koşulları alabildiğine kötüleşmiştir. Buna karşın sermaye ya da işverenler için ilk başlarda ücret bir maliyet unsuru iken daha sonraki yıllarda bir talep unsuru olarak algılanmaya başlanmıştır.[17] Buna örnek olarak Henry Ford’un “öyle bir zaman gelecek ki benim fabrikamda çalışan her işçi ürettiği otomobillerden birine sahip olacak” sözü verilebilir. Ford burada, işçilerine ödediği ücretin artmasının doğal bir sonucu olarak tüketici konumundaki işçilerinin aynı zamanda kendisi için birer müşteri olduğundan bahsetmiştir.

Serbest Pazar ekonomisi içinde faaliyet gösteren özel teşebbüsler karlılıklarını arttırmak amacıyla da üretim maliyetlerini azaltma yoluna gitmektedirler. Bunun sonucu olarak bu teşebbüslerin sahibi olan işverenler çalışanları sendikal nedenlerle iş almama, ayrımcılığa tabi tutma ve işten çıkarma gibi bireysel hak ve özgürlüklere saldırıda bulunmaktadırlar.[18]

Serbest Pazar ekonomisinin ana varsayımlarından biri olan “bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler” anlayışı nedeniyle devlet çalışma hayatına müdahale etmekten kaçınmakta ve böylece çalışma yaşamında bireysel sözleşmeler ön plana geçmiştir. Bu durum neticesinde ise işçiler örgütlenmiş ve sendika kurma yoluna gitmişlerdir. Ancak işçilerin bu toplu hareketlerinin artması ve örgütlenme girişimlerinin yoğunlaşması üzerine, işçilerin sendikalaşma hareketlerinin, bireylerin sözleşme ve ticaret yapma özgürlüğüne yapılan gayri meşru müdahale olduğu gerekçesiyle yasaklanması yoluna gidilmiştir. Ancak işçiler örgütlenme mücadelelerine devam etmişler ve bunun sonucunda işçilerin örgütlenmelerine ilişkin yasaklar kaldırılmıştır (1871).[19] Buradan anlaşıldığı üzere serbest piyasa anlayışındaki “laisse faire” düşüncesi sendikacılık anlayışı ile ters düşmektedir. Çünkü bu anlayıştaki arz-talep ve denge yaklaşımı sendikalar aracılığıyla bozulmakta, iş arzı düşükte yüksekte olsa talebi dengeye getirecek ücreti piyasa belirlemeyip sendikalar belirlemektedir.

Bir başka bakış açısıyla ise sendikacılık hareketi sanayi ile birlikte başlamış ve sanayi devrimini ilk olarak yaşamış olan İngiltere’de 18. yüzyılın sonlarında işçilerin örgütlenmesi ile ortaya çıkmıştır. Serbest piyasanın var olduğu gelişmiş ülkelerde sermayenin yönetimi teknokratların eline geçtiğinden işçi ile işveren arasındaki uyuşmazlıklar büyük ölçüde çözülmüş anlamına gelmektedir. Çünkü artık işçiler daha kolay birlik kurabilmekte ve üretilenden daha fazla pay alabilmektedirler. Ancak az gelişmiş kapitalist ülkelerde ise sermayenin daha çok aile ve kişilerin elinde olması nedeniyle ve bu kişilerin aşırı kar elde etmeye alışmış olmaları nedeniyle sendikalara karşı olumsuz tutumları söz konusu olmaktadır.[20]

Son yıllarda devletlerinde sosyal bir nitelik kazanmak için liberal ekonomi içinde eskiye oranla ekonomik gelişmeler sonucundaki olumlu etkilerden pay isteyen işçi sınıfına sendikal haklar çerçevesinde daha fazla pay verilmektedir. Bu da daha önceleri bu tür bir sorunun varlığını ve sosyal olmayı tam olarak başaramayan devletlerde ise halen devam ettiğini gözler önüne sermektedir.[21]

İngiltere’de yaşanan bir durum anlatılacak olursa, ekonominin kuralsızlaştırılması ya da başka bir deyişle serbest piyasa 1979’dan beri İngiliz muhafazakar hükümetlerinin ana politikalarından biri olmuştur. İngiltere’de 1970’lerde yerleşik bir sistem haline gelmiş işçi, işveren ve devlet arasındaki görüşmelerin terk edilmiş olması ile sendikalar ulusal ekonomi üzerindeki rollerini kaybettiler. Bunun neticesi olarak işverenler ayak bağı olduğunu düşündükleri sendikalardan kurtuldular ve dolayısıyla ücretleri düşürdüler, toplu pazarlığa girmediler ve işyerinde sendikaları devre dışı bırakacak uygulamalara gittiler. Görüldüğü üzere serbest piyasa yani devlet müdahalesinin olmadığı durumlarda sendikal faaliyetler açısından oldukça olumsuz durumlar meydana gelebilmektedir. Bu da kapitalist ekonomide sürekli kar etmeyi amaçlayan bir bakış açısıyla sendikal faaliyetlerin engellenmeye çalışılacağı düşüncesini doğurabilmektedir.[22]

Ülkemizde ise 1980-1983 yılları arasında uygulanan neo-liberal politikalar ve askeri yönetim varlığı nedeniyle sendikal hareketler ve sendikalaşma üzerinde yoğun baskılar uygulanmıştır. Durum her ne kadar askeri yönetim kökenli gibi görünse de daha etkili olan neo-liberal politikalardır. Neo-liberal politikalar çerçevesinde sendikaların işçi hakları ve ücretler konusundaki etkinlikleri azaltılmaya çalışılarak işletmelerin reel kar oranları arttırılmaya ve ürün maliyeti düşürülerek ihracat için gerekli rekabet avantajı yakalanmaya çalışılmıştır. Bu da dolaylı olarak sendikal faaliyetlerin ve işçi sendikalaşmasının engellenmesi, böylece ücret konusundaki taleplerin bertaraf edilmesi sağlanmıştır.[23]

Ayrıca son yıllarda küreselleşme kavramı ile beraber neo-liberal politikaların etkisiyle sendikalaşma ve sendikal hakların korunmasına ilişkin bazı sorunları da beraberinde getirmiştir. Bu değişime yeterli düzeyde ayak uyduramayan sendikalar üyelerinin haklarını beklenen düzeyde savunamamışlardır. Sonuçta sermayeye karşı pazarlık gücü yitirilmiş, işsizlik artmış ve işçi ücretleri azalmıştır.[24]

Tüm bunlara ek olarak 1990’ların ikinci yarısı emeğin temel haklarının vazgeçilmez insan hakları olarak vurgulandığı bir dönem olmuştur. Ancak küreselleşme ile birlikte ekonomik yapısal değişim ve uluslar arası sermayenin, yatırımların ve ticaretin tercihlerindeki farklılaşmalar ekonomik büyüme oranlarında istikrarsızlıklara, gerilemelere ve hatta krizlere yol açarken, istihdam yapısında değişimi, hacminde daralmayı, işsizlik sorununu da ortaya çıkarmıştır.[25]

Serbest Pazar ekonomisindeki devletin müdahale etmeme anlayışı bir başka sorun olan işsizlik karşısında çalışanları güçsüz bırakmakta ve verilen ücrete razı olmak zorunda kalmaktadırlar. Bu da insani yaşam koşullarından her geçen gün çalışanı daha da uzaklaştırmaktadır.[26]

Çalışanlar için bir hak olan iyi koşullarda iş yaşamını sürdürme (çalışma alanının fiziksel koşulları, ücret, çalışma süresi gibi) son yıllarda meydana gelen ekonomik gelişmelerle iyice kötüleşmiştir. Bunun başlıca nedeni sendikaların faaliyetlerini yeterince yerine getirememeleri olarak düşünülebilmektedir.[27]

5. SENDİKAL HAKLARA İLİŞKİN TÜRKİYE VE BATIDAKİ YASAL DÜZENLEMELER

Ülkemizdeki ve batıdaki yasal düzenlemelere ilişkin konular incelendiğinde batı da sendikal haklara ilişkin düzenlemelerin daha eskilere dayandığı anlaşılmaktadır. Bunun nedeni olarak ise batının ülkemizde kıyasla daha önceleri sanayileşmiş olması ve işçi-işveren sorunlarıyla daha önceden karşılaşmış olabileceği varsayılabilmektedir. Bu düzenlemelerin tarihsel süreçte ele alınması gelişim sürecinin ve şu anki durumun anlaşılması açısından yararlı olacaktır.

5.1. Batıdaki düzenlemeler:

Yönetim literatüründe de adına rastlanan Robert Owen’ın çabaları ile ilk kez İngiltere’de 1801 yılında başlayan çocuk işçilerine yönelik koruyucu mevzuatın hazırlanmasından sonra, 1824 yılından itibaren ise işçilere örgütlenme hakkı tanınmıştır.[28]

A.B.D.’de ise özellikle başkan Rooswelt’in New Deal (1933) adını verdiği politika kapsamında piyasayı düzenlemek ve işçi-işveren arasındaki uyuşmazlıkları çözmek için bazı önlemler almıştır. Bu bağlamda 1933 yılında National Industrial Recovery Act (ulusal endsütriyel iyileştirme yasası) ve 1935 yılında ise National Labor Relation Act (ulusal çalışma ilişkileri yasası) kabul edilmiştir. National Industrial Recovery Act’a göre;

· Çocukların çalıştırılması yasaklanmıştır,
· Çalışma süreleri saptandı ve kısıtlandı,
· En az ücret göstergeleri hazırlandı.

Bunların yanında toplu işçi haklarına ilişkinde bazı önlemler kanunda yer almıştır.

National Labor Relation Act ise çalışma yaşamına ilişkin daha derinlemesine köklü önlemler öngörmektedir. Senatör Wagner’in adıyla da anılan yasanın temel ilkeleri aşağıdaki şekilde özetlenebilir:

· Toplu pazarlık yolunu özendirmek,
· İşçilerin tam bir serbestlik içinde kendi örgütlerini kurma ve istedikleri temsilcileri seçme haklarını tanımak,
· Çalışma koşullarına ve diğer çıkarlarına ilişkin konuları görüşmek için işçilere hak tanımak.[29]

Almanya’da ise 1933 yılına kadar (nasyonal-sosyalist partinin iktidara gelmesine kadar) kapitalist-liberal ekonomi dönemi yaşanmıştır. Nasyonal sosyalizmin temel ilkesi sosyal alanda sınıf savaşımlarının reddi ile çalışma hakkının kabulü idi. 1933 yılında işçi ve işveren sendikaları dağıtıldı ve bunların yerini “çalışma cephesi” aldı ve nasyonal-sosyalist partiye bağlandı. 1934 yılında çalışmanın düzenlenmesine ilişkin olarak çıkarılan yasa ile işçi ve işverenin toplumsal çıkar için birlikte çalışması öngörülüyordu.[30]

Fransa’da ise çalışanlara yönelik hakların düzenlenmesine ilişkin çalışmalar Sosyalist Parti’nin iktidara gelmesi ile yaşanmıştır. 40 saatlik hfata, sendika, toplu sözleşme ve grev haklarının genişletilip kabulü bu döneme rastlamaktadır.[31]

Sendikal haklar kavramı ilk kez Uluslar arası Çalışma Örgütü (ILO, UÇÖ), Anayasası’nın giriş bölümünde yer almıştır. UÇO Anayasası’nın 41. maddesi ve onun kaynağını oluşturan Versailles Antlaşması’nın 427. maddesi “çalıştırılanların ve çalışanların yasal amaçlar için örgütlenme hakkı”nı özel ve acil bir hak olarak belirlemiştir.

10 Mayıs 1944’te Filedelfiya’da toplanan UÇO burada kabul ettiği bildirgede “düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün, sürekli gelişme için, vazgeçilmez bir özgürlük olduğu” belirtildi.

UÇÖ’nün sendika özgürlüğü konusunda kabul ettiği en önemli 2 sözleşme 1948 tarihli Örgütlenme özgürlüğü ve Örgütlenme Hakkının Korunmasıı ile ilgili 87 sayılı sözleşme ve 1949 tarihli Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkına ilişkişn 98 Sayılı sözleşmedir. Bu kararların alınmasından sonra UÇÖ bireyler ve örgütler açısından sendika özgürlüğü konusunda somut adımlar atılmıştır.[32]

Bunlara ek olarak sendikal haklar ülke anayasaları dışında bir çok sözleşmede insan hakkı olarak nitelendirilerek,

· İnsan hakları evrensel bildirgesi m. 23/4
· Ekonomik, sosyal ve Kültürel haklar sözleşmesi m. 8
· Kişi Hakları ve Siyasi Haklar sözleşmesi m. 22
· Avrupa insan hakları sözleşmesi m. 11
· Avrupa sosyal şartı m. 5
· Sendika özgürlüğüne ve örgütlenme hakkının korunmasına ilişkin 87 sayılı UÇÖ sözleşmesi m. 2
· Örgütlenme ve Toplu Pazarlık İlkelerinin Uygulanmasına ilişkin 98 sayılı UÇÖ sözleşmesi m. 1
· Kamu hizmetinde örgütlenme hakkının korunmasına ve istihdam koşullarının belirlenmesi yöntemlerine ilişkin 11 sayılı UÇÖ sözleşmesi m. 1
· Hizmet ilişkisine işvren tarafından son verilmesi hakkında 158 sayılı UÇÖ sözleşmesi m.4’ de yer verilip güvence altına alınmıştır.[33]

Aktan ise sendikal haklara ilişkin batıdaki yasal düzenlemeleri;

· ÜÇÖ’nün amaçları hakkındaki bildirge (başlangıç bölümü) (1944)
· ÜÇÖ’nün amaçları hakkındaki bildirge (Ek Deklerasyon) (1944)
· UÇÖ’nün çalışmaya ilişkin temel hak ve ilkeler deklerasyonu (19 Haziran 1998)
· Sendika özgürlüğüne ve örgütlenme hakkının korunmasına ilişkin 87 sayılı UÇÖ sözleşmesi (9 Temmuz 1948)
· Teşkilatlanma ve kollektif müzakere hakkı prensiplerinin uygulanmasına müteallik 98 sayılı UÇÖ sözleşmesi (1 temmuz 1949)
· İşletmelerde işçi temsilcilerinin korunması ve onlara sağlanacak kolaylıklar hakkında 135 sayılı UÇÖ sözleşmesi (2 haziran 1971)
· İstihdama kabulde asgari yaşa ilişkin 138 sayılı UÇÖ sözleşmesi (6 haziran 1973)
· Kamu hizmetlerinde örgütlenme hakkının korunmasına ve istihdam koşullarının belirlenmesi yöntemlerine ilişkin 151 sayılı UÇÖ sözleşmesi (7 Haziran 1978)[34]

olarak ele almıştır.

5.2. Türkiye’deki düzenlemeler:

Türkiye’deki düzenlemeler tarihsel süreçte değerlendirildiğinde iki dönem göze çarpmaktadır. Bunlar Osmanlı Devleti ve Cumhuriyet dönemidir.

Osmanlı Devleti döneminde özellikle kapitülasyonların 1838 ve 1848 yıllarında imzalanması ile yabancı sermaye ülkeye girmiş ve kısmi bir sanayileşme gerçekleşmiş ve neticesinde işçi sınıfı ortaya çıkmıştır. Osmanlı Devleti döneminde sendikal hareketler açısından çok bir gelişme olmamış gibi görünse de bazı yazarlara göre 1871 yılında kurulmuş olan Ameliperver Cemiyeti bir işçi örgütüdür. Bazı yazarlar ise bu cemiyetin sadece bir hayır derneği olduğunu ifade etmekte ve Osmanlı döneminde kurulan ilk işçi örgütlenmesinin 1895 yılında kurulan Osmanlı Amele Cemiyeti olduğunu kabul etmektedir. Bununla beraber 1908 yılında 1876 anaysasında yapılan değişiklik sonucu 13. madde de dernek özgürlüğü düzenlenmiştir. Daha sonraları ise 1909 yılında çıkarılan Tatil-i Eşgal Kanunu ile yabancı işletmelerin işlettiği işçi dernekleri fesh edilmiştir. 31 Mart Vakası ve Balkan Savaşları ile Osmanlı döneminde sendikal hareketler iyice durgunlaşmıştır.[35]

1921 yılında kabul edilen 2 no’lu Tarımda Örgütlenme Sözleşmesi (Dernek Hakkı Sözleşmesi) tarım kesimi çalışanları için örgütlenme ve sendika özgürlüğünü kabul etmektedir.

1924 yılında kabul edilen ilk anayasa, işçilerin cemiyet kurma hakkını güvence altına alıyordu. Fakat 4 Mart 1925’te çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunu derneklerin ve cemiyetlerin çalışmasını yasaklamıştır. 1938 yılında çıkarılan Cemiyetler Kanunu 9. maddesi ile aile, cemaat, ırk, cins ve sınıf esasına ve adına dayanan cemiyetler kurulamayacağı hükmünü getirerek, sendikalaşma hakkını ortadan kaldırdı.[36]

Türkiye’nin, 2. Dünya Savaşı sonrası Birleşmiş Milletler Örgütü’ne üye olma çabaları (Demokrat Parti dönemi) ve 1948’de UÇÖ’ye tekrar katılması çalışma yaşamı konusunda bazı baskı ve beklentiler doğurmuştur. Bu süreçte 1947 yılında 5018 sayılı İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri Hakkında Kanun çıkartıldı. Böylece sendikaların önceden izin almaksızın kurulabileceği, sonuç olarak sendika hakkı tanınmış oldu. 1946 yılında Cemiyetler Kanunu’nda yapılan değişiklik ile sınıf temeline dayanan cemiyet kurma yasağı kaldırılmıştır. Bu değişiklik ile işçiler hızla örgütlenmeye ve sendika kurmaya başlamışlardır. Sendikaları düzenleyen bir yasanın yokluğu hem devleti hem de işverenleri ürkütmektedir. Bu nedenle sendikalar kanunu devletle işveren ve işçi arasında olumlu ilişkiler kuracak bir yapıda olmalıdır ve 5018 sayılı yasa bu nedenle çıkarılmıştır (Bu yasa grev hakkı içermemektedir). 5018 sayılı Sendikalar Kanunu 1963 tarihli ve 274 sayılı Sendikalar Kanunu’na kadar yürürlükte kalmıştır.[37]

27 Mayıs 1960 ihtilalini izleyen 1961 anayasası ile yeni bir siyasal dönem açılmıştır. Sosyal haklarla ilgili kurallara geniş ölçüde yer veren anayasanın 46-47. maddesinde işverenlerin önceden izin almaksızın sendika ve sendika birlikleri kurma hakkında sahip oldukları ve serbestçe üye olabileceklerine ilişkin ifadeler ve grev hakkıyla ilgilide bir hüküm yer almaktadır. İki yıl sonra ise yani 24 Temmuz 1963’te ise 274 sayılı Sendikalar Kanunu çıkarılmış ve aynı yıl 275 sayılı yasa ile de sendikaların toplu pazarlık ve grev-lokavt hakları düzenlenmiştir. Ayrıca 1961 anayasasının 45. maddesi “devlet çalışanların yaptıkları işe uygun bir insanlık haysiyetine yaraşır bir yaşayış seviyesi sağlamalarına elverişli adaletli bir ücret elde etmeleri için gerekli tedbirleri alır” denmektedir.

1963 sonrası dönemde işçi kesimini ilgilendiren başka bir kanun ise 12 Ağustos 1967 tarihli ve 931 sayılı yeni iş kanunudur. Bu kanun diğerlerinden farklı olarak kapsamına düşünce işçilerini de almaktadır. Ayrıca çalıştırılan işçi sayısından bağımsız olarak tüm işyerleri kanun kapsamına alınmıştır. Bu kanun anayasa mahkemesinin iptalinden sonra kaldırılmış yerine 25 Ağustos 1971 tarihli 1475 sayılı İş Kanunu çıkarılmıştır. 1475 sayılı İş Kanunu, çocuk ve gençlerin çalıştırılması, işyerinin devri durumunda işçinin korunması, işçi temsilcilerinin hakları, çalışma saatlerinin düzenlenmesi, toplu işten çıkarmalar, işçilerin bilgilendirilmesi vb. konuları içermektedir [38]

12 Eylül 1980 askeri müdahalesinin ardından hazırlanan ve 1982 yılında kabul edilen anayasanın 51, 52, 53, ve 54. maddeleri ile çalışanların haklarına yönelik geniş düzenlemeler yapılmıştır. 51. maddede sendika hakkı UÇÖ ilkelerindekine çok yakın olarak düzenlenmiş, 52 madde sendikaların siyasi faaliyetini yasaklıyor (1995 yılında yürürlükten kalkmıştır), 53. madde toplu sözleşme hakkı tanıyor ancak belli bir dönemde birden fazla toplu sözleşmeyi yasaklıyor, 54. madde ise grevi bir hak olarak kabul ediyor ancak iyi niyet ve milli servet konularında hassas olunmasına ilişkin ibareler yer alıyordu.

Bu kanun paralelinde 1983 yılında 2821 sayılı sendikalar ve 2822 sayılı toplu iş sözleşmesi grev ve lokavt kanunu kabul edilmiştir. Bu kanunlara 1986 ve 1988 yıllarında getirilen değişiklikler ile örgütlenme özgürlüğünün alanı genişletilmiştir.[39]

Ülkemizde 1475 sayılı İş Kanunu ile 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu, bireysel çalışma mevzuatının esaslarını ortaya koyan temel kanunlardır.

Memurlar açısından ise 1995 yılında anayasa değişikliği ile birlikte 1992 yılında onaylanan 151 sayılı UÇÖ Sözleşmesi doğrultusunda kamu çalışanlarının örgütlenmesinin çerçevesi oluşturulmuş ancak ilgili yasa henüz çıkarılmamıştır. Memurlarla ilgili sendikalar Dernekler Kanunu çerçevesinde faaliyet gösteren kuruluşlardır ve 1997 yılından beri, Başbakanlık Genelgeleri ile (1997/70 ve 1999/44 sayılı), işyerlerinde büro açma, toplantı ve üye kaydı yapma hakkına sahiptirler.[40]

Günümüzde sendikal haklara ilişkin düzenlemeler 1983 yılında çıkarılmış olan 2811 sayılı yeni Sendikalar Yasası ile yapılmaktadır.[41]

SENDİKAL HAKLARIN KORUNMASINA İLİŞKİN SORUNLARA ÇÖZÜM ARAYIŞLARI VE ÖNERİLER

· 1475 sayılı İş Kanunu başta olmak üzere bireysel iş mevzuatında yer alan çocuk işçiliği ve sendikal haklara ilişkin çalışmalar düzenlemeler yapılmalıdır.
· Tarım, orman ve havacılık alanlarının bireysel iş hukuku alanında mevcut yasalar yeterli olmamaktadır.
· Esnek çalışma ile ilgili özel bir düzenleme olmayıp, sınırötesi çalışma kavramı yasa ile tanımlanmış ve düzenlenmiş değildir.
· Toplu iş sözleşmesinde uygulanan yüzde 10 barajının kaldırılması gerekmektedir.
· Serbest bölgelerdeki sendikal kısıtlamaların sona erdirilmesi gerekmektedir.
· Grev yasağı kapsamının daraltılması gerekmektedir.
· Memurların da en kısa zamanda sendikal haklarına kavuşmaları gerekmektedir.
· Sendikal hakların ve sendikacılığın gelişimi için sendikalar tek bir iş koluna yönelik değil de daha geniş sektörlere seslenecek şekilde yapılanmalıdır.[42]
· Sendikal haklara ilişkin olarak yaşanan sorunların en önemlilerinden birisi neredeyse tüm ülkelerde özel kesim çalışanlarına sendikal haklar tanınmışsa da kamu çalışanlarının büyük ölçüde bu haktan mahrum bırakıldığıdır. Aslında 1961 anayasasında sendikal haklarla ilgili 46. maddede “çalışanlar” ifadesi kullanılarak memurların da bu kapsam içinde değerlendirildiği söylenebilir.[43]
· Ayrıca daha öncede ifade edildiği gibi işverenler kar amaçlarına ulaşmak ve rekabet edebilmek amacıyla işveren ücretlerini azaltma ve dolaylı olarak sendikal faaliyetlere karşı tutum takınmaktadırlar. Bu nedenle işçinin bireysel sendika özgürlüğünün, iş ilişkisinin kurulmasında, iş ilişkisinin devamında ve iş ilişkisine son vermede işverene karşı korunması gerekmektedir. Bu da yasal yollardan devlet aracılığı ile sağlanmalıdır.[44]
· Sendikal hakların korunmasına ilişkin olarak bir başka öneri de sendikal hakların devlete karşı korunmasına ilişkin olarak yapılabilir. Bu nedenle daha kuruluş aşamasında yasal prosedüre tam olarak uyulmalı ve faaliyetler buna göre şekillendirilmelidir.[45]

KAYNAKLAR

21. Yüzyılda Sendikal Politika Arayışları, Dünya Sendikal Hareketi Dosyası 2, Petrol-İş Yayınları, Temmuz 2001

Ahmet Makal, Türkiye’de Çok Partili Dönemde Çalışma İlişkileri: 1946-1963, İmge Kitabevi, Ankara, 2002

Ahmet Selamoğlu, “Yoğunlaşan Sosyal Sorunlarıyla Küreselleşme”, Küreselleşmenin İnsani Yüzü (Der: Veysel Bozkurt), Alfa Yayınları, İstanbul, 2000

Alev Toker, İnsan Kaynakları Yönetimi ve Sendikalar, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, M.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Çalışma Ekonomisi Bilim Dalı, İstanbul, 1997

Avrupa Birliği, Türkiye ve Sendikal Hareket, Sendikal Notlar, Petrol-İş Yayınları, Sayı:11, Ekim 2001

Avrupa Ülkelerinde Sendikalar, Dünya Sendikal Hareketi Dosyası 4, Petrol-İş Yayınları, Mayıs 2002

Cahit Talas, Ekonomik Sistemler, 5. Baskı, İmge Yayınevi, İstanbul, 1999

Cahit Talas, Toplumsal Ekonomi Çalışma Ekonomisi, 7. Baskı, İmge Yayınevi, Ankara, 1997

Coşkun Can Aktan, Haklar ve Özgürlükler Antolojisi, Hak-İş Konfederasyonu Yayınları, Ankara, 2000

Ekrem Ali Akartürk, 1995 Anayasa Değişikliği Işığında Memurların Sendikal Hakları, M.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Hukuku Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1997

Fikret Şenses, “Neo-liberal Ekonomi Politikaları, İşgücü Piyasaları ve İstihdam, Küreselleşme Koşullarında Kapitalizm ve Sendikal Hareket, Petrol-İş Yayın No: 85, 2003

Gülten Kazgan, İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, 11. Basım, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2004

http://www.pendiksonsoz.com/sayi_81/kose_yazilari/kose_14.htm (12.01.2005)

http://www.vehbikoc.gen.tr/arasayfalar/sozler/yeni/turkiye.htm (12.01.2005)

Manuel G. Velasquez, Business Ethics (Concept and Cases), Fourth Ed., Prentice Hall, New Jersey, 1998

Meryem Koray, Sosyal Politika, Ezgi Kitabevi, Bursa, 2000

Mesut Gülmez, Dünyada Memurlar ve Sendikal Haklar, Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü, Ankara, 1996

Müjdat Şakar, 1982 Anayasası ve Önceki Anayasalar, 2. Baskı, Beta Basım, İstanbul, 1990

Ömer Demir, İktisat ve Ahlak, Liberte Yayınları, Ankara, 2003

Öner Eyrenci, Sendikalar Hukuku, Banka ve Sigorta İşçileri Sendikası Yayınları, No: 3, İstanbul, 1984

Rona Turanlı, İktisadi Düşünce Tarihi, 3. Baskı, Bilim Teknik Yayınevi, İstanbul, 2000

Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi, 3. Cilt, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Yayını, İstanbul, 1998

Ülkü Hatman, “2003 Türkiye’sinde Esnekliğin İş Yasası ve Sendikal Harekete Etkileri, Küreselleşme Koşullarında Kapitalizm ve Sendikal Hareket, Petrol-İş Yayın No: 85, 2003

Yüksel Akkaya, “Türkiye’de 1980 sonrası grevler”, Toplum ve Bilim, Sayı: 86, Güz 2000

Zeki Okur, Türk Hukukunda İşçinin Bireysel Sendika Özgürlüğü ve Korunması, M.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Özel Hukuk Bilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul, 2003

Hiç yorum yok: